15 Aralık 2009 Salı

JOSEPH K'NIN DİRENCİ - Özden Terbaş

Acaba direnç kavramını tek bir metaforla, kapı metaforuyla anlamamız mümkün olabilir mi? Kapı, varılacak yerde bir uğrak noktası mı, yoksa insanı macera dolu bir yolculuğa sürükleyecek bir başlangıç mı? Kapı metaforu üzerinde oynamamız bizi nereye götürecektir gerçekten?

Kapı bazan bir ideale dönüşür; kişi, tüm yaşamını bu kapıyı bulmaya adar. Bazan da kapı bulunur fakat insan bir türlü adımını kapıdan içeriye atamaz. İlk temayla Oya Baydar’ın “Erguvan Kapısı”1 adlı romanında karşılaşırız: Romanın dört kahramanı da bir arayış süreci içindedirler, fakat bir Bizantolog olan Teo’yu peşinden sürükleyen şey, gerçekten var olup olmadığından emin olmadığı bir kapıdır; “Erguvan Kapısı”. Yaptığı araştırmalar sırasında yüzyıllar önce Bizanslı bir keşişin yazdığı bir şiir geçer eline:

“Kurtarmak için kayıp ruhunu şehrin
Gizli, viran bir kapıdan giriyor
Erguvan kapısından.
Başında erguvan tacı,
Erguvan giyinmiş,
Yaraları erguvan
Münkir bir keşişin gölgesinin ardından
Kutsal bilgeliğe doğru yürüyor”

Bu rastlantıdan sonra Teo bütün yaşamını bu kapıyı bulmaya adayacaktır. Bu arayış, onu, aynı zamanda kim olduğu, nereye ait olduğu sorularına bir yanıt aramaya ve çocukluk anılarıyla hesaplaşmaya da sürükleyecektir. Teo cesurca arayışını sürdürür ve sonunda bulur da. Fakat kapıdan geçmeyi başaramadan trajik bir şekilde yaşamı son bulur.

İkinci tema- bulunmasına rağmen içine girilemeyen kapı- ise Kafka’nın “Kanun Önünde”2isimli öyküsünde çıkar karşımıza. Öykü şöyledir: Kanun önünde bir kapıcı durmaktadır. Taşradan bir adam gelir ve kanun’dan içeriye girmek ister. Ancak kapıdan girmek kolay değildir, tüm çabaları sonuçsuz kalır. Aradan yıllar geçer ve yaşlanır, artık pek bir ömrü kalmamıştır. Sonunda kapıcıya yaklaşıp, “Benim bildiğim, herkes kanuna ulaşmak için didinip çabalar. Peki nasıl oluyor da bunca yıl benden başkası girmeye kalkmadı bu kapıdan?” diye sorar. Kapıcının yanıtı çok çarpıcıdır: “Senden başkası giremezdi, çünkü senin içindi bu kapı. Gideyim de kapayayım artık.”

II.

Kafka bu öyküye daha sonra “Dava”3 adlı romanı içinde de yer verir. Bilindiği gibi Kafka’nın “Dava” adlı romanı yirminci yüzyılın bürokratik ve totaliter durumlarını kehanet eden modern romanın başlangıcı olarak kabul edilir. “Dava” dokuz bölümden oluşan tamamlanmamış bir romandır. Romana “Tamamlanmamış Bölümler” başlığı altında altı bölüm daha eklenmiştir. Romanda yer yer sembolik anlatımlara başvurulduğu dikkati çekmekte, bazan da gerçekçi tonların hakim olduğu far edilmektedir. Kafka romanını değersiz bulup yok edilmesini istemesine karşın, yakın dostu Max Brod4bu önemli eserin yayımlanmasını sağlar. Kanımca gerçekçi bir üslupla kurgulanmış görünmesine karşın, gerçeküstü öğeler de içeren roman, psikanalitik açıdan incelenip tartışılacak zenginlikte bir yapıttır.

Roman çok katmanlı okumaya elverişli görünmektedir. İlk düzeyde dikkati çeken noktalar şunlardır: Romanın kahramanı Joseph K. gizemli bir mahkeme tarafından bilinmeyen bir suçla suçlanır. Roman boyunca suçun ne olduğu açıklanmaz. K. suçsuz olduğunu iddia eder ve suçsuzluğunu ispat etmeye yönelir. K. bir “direniş abidesi” gibi durmakta, baskıcı bir sisteme karşı bireyin manifestosunu haykırmaktadır.

İkinci düzeyde ise roman, birincil düşünce sürecinin karakteristikleri dikkate alınarak yorumlanabilir ve tartışılabilir. “Dava” içerdiği sembolik anlatımlar nedeniyle uzun bir rüyayı andırmaktadır. Eserin sunuluş biçimi de analitik ortamda iletilen serbest çağrışım malzemesine benzetilebilir. Romanın kahramanı Joseph K. sanki kendini analiz etmekte, bu yolda ilerlerken kimi ilerlemeler ve gerilemeler içine girmektedir. Erich Fromm5 da romanı bir rüyaya benzetir; uzun ve karmaşık olan olaylar dizisinin, Joseph K.’nın duygusal dünyasını temsil ediyormuş gibi ele alınabileceğini vurgular. İkinci düzey açısından tartışmaya geçmeden önce romanın özetlenmesi yararlı olabilir: Bir banka memuru olarak çalışan ve yalnız yaşayan Joseph K., kalmakta olduğu pansiyona baskın yapan iki kişi tarafından tutuklanır. İlk sorgulama bir kenar mahallede, Julius Sokağı’ndaki bir binada yapılır. Sokak Sezar’ı, onun hazin sonunu çağrıştırmaktadır. K. ilk sorgulama sırasında gururludur, küçük düşmek istemez, sorgu yargıcına meydan okur. Sorgulama anında bir kadın dikkatini çeker; kadın evlidir, bir öğrencinin sevgilisi ve sorgu yargıcının metresidir. K. onunla flört eder ve sorgu yargıcından öç almak ister. Daha sonra amcası K.’yı bir avukatla tanıştırır. K. avukata karşı kayıtsız davranır ve bir ara avukatın metresiyle birlikte olur.

Romanda yer alan avukat, ressam, rahip gibi karakterler K.’ya göre daha üst konumdadırlar, onun için bir otoritedirler, hem de bir otoriteye, mahkemenin yasalarına (yasaya) bağlıdırlar. K. avukata güvenmez ve onu vekâletten çıkarır. Nihayet K.’yı trajik bir son beklemektedir. Cezanın infazı için kendisini götürmeye gelen iki kişiyle birlikte bir köprüden geçerler ve bir taş ocağına giderler. Görevlilerden biri K.’yı tutar, diğeri K.’nın kalbine bıçağı saplar. K. ölürken, “Bir köpek gibi!” der.

Acaba Joseph K. gerçekten suçsuz mudur? Siegel’e göre K. mahkemeye masum olduğunu ispatlamaya çalışırken, bir yandan da tekrar tekrar suç işlemeye yönelmektedir6. Sanki giderek sırlarını açmaya çalışmakta, bazı itiraflarda bulunmaktadır. Fakat bu yolda ilerlemek kolay değildir, yolculuğunun sonuna kadar “direnç” gösterir Joseph K. Konuyu derinleştirmeden önce, direnç kuramına dair bilgilerin gözden geçirilmesi yararlı olabilir.

III.

Freud’un “Rüyaların Yorumu”7 adlı eseri pek çok unsuru içeren zengin bir çalışmadır, direnç kavramına yönelik de göndermeler içerir. Freud’a göre, “analitik çalışma sürecini kesintiye uğratan her şey bir dirençtir.” Direnç, analiz sürecine ve uygulamalarına karşı gelen bütün güçleri-serbest çağrışımı gizleyen, hastanın hatırlama ve içgörü kazanma çabalarını bozan, değişim isteği ve akılcı (resonable) egosuna karşı çalışan-kapsamaktadır.

Freud8 kaynaklarına göre beş tür direnç tanımlar: Bastırma direnci, aktarım direnci ve hastalıktan elde edilen kazancı (ikincil kazanç) ego dirençleri kapsamında değerlendirir. Diğer iki direnç türü ise id direnci ile superego direncidir. Bastırma direnci, bireyin kendini dürtüsel itkilere, anılara ve duygulara karşı savunma ihtiyacı olarak belirginleşir. Aktarım direncinde analistle ilişki içinde, doğrudan ya da biçim değiştirmiş biçimde ortaya çıkan çocuksu itki, arzu ve beklentilere karşı bir mücadele söz konusudur. Analitik ortamda bastırılan malzeme, gerçekliğin çarpıtılmış bir biçimi şeklinde yeniden canlanır. Hastalıktan elde edilen kazançtan türeyen dirençte, semptomlardan elde edilen ikincil kazanç yoluyla, kişi, hasta olmaktan ve ötekiler tarafından acınmaktan tatmin bulabilir. İd direnci, dürtüsel itkilerin dışavurum şeklinin ve biçiminin değişmesine karşı oluşmaktadır. Freud, bu konuyu, tekrarlama zorlantısı ve libidonun yapışkanlığı kavramlarıyla tartışır ve derinlemesine çalışma gerektirdiğini vurgular. İd direncinde kazanılmış alışkanlıkları ve işlev görme biçimlerini bırakmaya yönelik genel bir direnç söz konusuyken, süperego direncinin bilinçdışı suçluluk duygusundan ve cezalandırılma ihtiyacından köken aldığı düşünülmektedir.

Freud’dan sonraki kuramcılar, Freud’un sınıflamasını genişletmişlerdir. Direnç kuramına yapılan önemli katkılardan biri narsisistik tipte direncin tanımlanmasıdır. Sandler ve arkadaşlarına9 göre analitik çalışma, hastanın kendilik saygısı için bir tehdit oluşturduğunda direnç gelişebilmektedir. Narsisistik tipte dirençte utanç duygusu, direnç için önemli bir güdülenme kaynağı olmaktadır.

Deawald10 ise “stratejik” ve “taktik” dirençlerden söz eder. Stratejik dirençlerde, hasta çocuksu dürtülerin ve dürtü türevlerinin tatminini arar; erken çocukluğa dair nesne seçimleri, uyumsal ve savunucu ruhsal işlemler yürürlüktedir. Hasta acıdan, yastan, anksiyeteden kaçınır. Taktik dirençler ise, hastanın stratejik dirençlerini (aktarım isteklerini, fantezilerini, beklentilerini) tümüyle fark etmesini önlemeye yönelik işlev gören dirençlerdir. Çeşitli savunma mekanizmalarını, üst düzeyde örgütlenmiş karmaşık yapıdaki ruh içi ve kişiler arası davranış örüntülerini içerir.

Greenson11 direncin analizi sırasında iki unsurun belirlenmesi ve yorumlanması gerektiğini öne sürer: Direncin motifi (direnci güdüleyen şey) ve direncin anlamı. Direncin motifi hasta nelerden kaçınıyor ve niçin kaçınıyor sorularının cevabını kapsar. Hasta nasıl kaçınıyor sorusunun cevabı ise direncin anlamını ve yerine getiriliş biçimini ortaya koyacaktır.


IV.

Yeniden “Dava”ya dönecek olursak, Joseph K., “Niçin direniyor?” sorusu, “Hangi acı verici duygulardan kaçınıyor?” sorusuna indirgenebilir. Konunun aydınlatılabilmesi için başka sorular da ileri sürülebilir: Örneğin, K.’nın kendini romandaki kadınlarla ensest yönelimli ilişkiler içinde bulması ve avukatını vekâletten çıkarması nasıl anlaşılabilir? Ressam ile buluşmasında bir resimde ilgisini çeken Adalet ve Zafer Tanrıçası (daha sonra Av Tanrıçası’na dönüşür) neyi simgelemektedir? Romanda hemen her mekânın mahkemenin bir parçası olduğu, K.’nın ilişki içinde olduğu hemen herkesin (avukat, ressam,rahip v.b.) de mahkeme için çalıştığı dikkati çekmektedir. Bu durumda mahkeme neyi ya da kimi temsil etmektedir? Romanda daha silik planda yer alan kapılar, kapıların ardından işitilen sesler neyi anlatmaktadır?

Bu açıdan romana odaklaştığımızda şöyle bir tablo ile karşılaşırız: Joseph K. çıkarıldığı mahkemede ilgisini çeken kadınla flört eder. Kadın evlidir ve sorgu yargıcının metresi olduğu sürece K. için yasaktır. K. bir yandan kadına şehvet duyup onu elde etmeye yönelirken, bir yandan da sorgu yargıcından öç almaya çalışmaktadır. Böylece Oidipal bir suça yönelişin ilk izleriyle karşılaşırız romanda. Oidipal suçun tekrarlandığı bir diğer sahne ise mahkemeyi temsil eden avukatın (babanın) evinde gerçekleşir. K., avukatın metresi olan Leni’yi, yargıcın suçlayan resminin altında öper.

Dava, K.’ya tutuklandığını bildiren iki adamla başlar. Pansiyona geldiklerinde K. ile bir yakınlık içindeymiş gibi davrandıkları dikkati çeker. K.’nın odasına girer, kahvaltısını yer ve giysilerini çalarlar. Bu iki adamın, iki erkek kardeşi temsil ettikleri izlenimi uyanmaktadır. Bu noktada Kafka’nın biyografisine başvurmak yararlı olabilir: Kafka iki yaşındayken erkek kardeşi Georg doğmuş ve iki yıl sonra kızamıktan ölmüştür. Aynı yıl başka bir erkek kardeşi (Heinrich) doğmuş, o da, Kafka altı yaşındayken otitten ölmüştür. Romana dönecek olursak, K.’nın şikayeti sonucunda iki adamın kırbaçlandıkları bir sahne dikkati çeker. Bu olaydan sonra, K. suçluluk ve pişmanlık hisseder. Annesine yönelik Oidipal arzularının canlandığı bir dönemde, küçük Kafka’nın erkek kardeşlerine düşmanca davranma ve öldürme arzularının ortaya çıkması olasıdır. Romanda iki adamın dövülmesi sahnesi, Kafka’nın erkek kardeşlerine yönelik sadizm ve öldürme arzularını temsil ediyor görünmektedir. Kafka’nın “Kardeş Katili” ve “Cezalılar Kolonisi” adlı öyküleri de bu varsayımı destekler niteliktedir12. Küçük Kafka, kardeşlerinin ölüm nedeninin kendi düşünceleri olduğunu düşlemlemiş olabilir. Ayrıca daha sonra vurgulanacağı gibi, babasına yönelik de öldürme arzuları duymuş olması muhtemeldir. Bütün bu trajedi yoğun bir suçluluk yaşamasına neden olmuş görünmektedir.

Romanda K. ressamın atölyesinde iken, bir resim ilgisini çeker; mahkemeyi temsil eden bir resimdir bu. Adalet ve Zafer Tanrıçası’nın resmi. Fakat ressamın üzerinde çalışmasıyla resim daha sonra Av Tanrıçası’na dönüşür. Yunan Mitolojisi’nde pek çok memesi olan av Tanrıçası Artemis13, üretkenliğin, besleyen bir annenin sembolüdür. Bir yandan da onu avı temsil eden hayvanlar çevrelemiştir, yani fallik bir niteliği vardır, avın şiddetiyle ilişkilidir. K. mahkeme tarafından yakalanmış, avlanmış hisseder. Mahkeme/Artemis Kafka’nın öldürme istekleri karşısında duyduğu misilleme korkuları şeklinde cisimleşmiş gibidir. Aynı zamanda, Kafka’nın erkek kardeşlerini avlama ve yutma isteklerinin de bir dışavurumu olduğu düşünülebilir.

Artemis’in eski Roma’daki karşılığı olan Diana’yla ilgili başka bir mit daha vardır: Diana’nın hakimiyetinde olan kutsal bir orman vardır. Bu ormanı koruyan Kral, kutsal ormana zarar verecek yabancılara karşı tetikte beklemektedir. Er ya da geç bir yabancı gelir, ağaçlardan bir dal kopararak Kral’ın saltanatına son verir. Bu mitin teması ise otoritenin devrilmesi ve Kral olma isteğidir. Daha önce K’nın ensest yönelimli arzuları vurgulanmıştı, bu ise Oidipal madalyonun diğer yüzüdür. K. romanın ilerleyen bölümünde avukatını vekâletten çıkarır. Yaşı, deneyimi, üstün konumu ve arzuladığı kadına sahip olması itibariyle, avukat K. için baba figürü konumundadır. K. avukatı işten çıkarıp kendi savunmasını üstlendiğinde, onun otoritesini ve gücünü ele geçirmiş olur. Bu ise babanın katledilmesi sahnesidir.

“Dava”da, K.’nın Fraulein Bürstner’i öpüşü bir gürültüyle kesilir. K. ve Fraulein Bürstner işitilmekten korkarlar. Karanlık bir ortam, bir kapının arkasından gelen karşılıklı cinsel sesler ve birinin bu sesleri işitme olasılığı; tüm bunlar gözlenen bir temel sahneyi çağrıştırır romanda. Ayrıca roman boyunca pencerelerde merakla izleyen gözler, kapıları ya da duvarları dinleyen kulaklar, gözetleme deliğinden bakan gözler fark edilir. Bu imgeler de K.’nın protagonist olarak yer aldığı temel sahne temsilleri olarak düşünülebilir.

Kapı yasağı temsil ediyorsa, kapıyı kapatan yani ensest yasağını koyan ve kapının bekçiliğini yapan da babadır. Yasa vardır ve K. yasaya karşı suç işlemiştir. İnfaz tamamlanmak zorundadır. Romanın sonunda iki adam ya da iki erkek kardeşin hayaletleri tekrar karşımıza çıkar. Roman trajik bir sonla biter. K. ölür, hem de kalbinden bıçaklanarak. Ölümün ya da kastrasyonun yarattığı dehşetin resmi fark edilir. Bu noktada, André Green’in14 görüşleri oldukça çarpıcıdır:

“Kastrasyon, ensest yasağının çiğnenmesinin cezası konumundadır; dolayısıyla kastre eden artık baba değil, yasadır. Ama aslında yasa kastre etmez, cezalandırır, hatta öldürebilir, ama kastre ettiği günümüzde çok nadirdir. Demek ki, sonuçta kastre edilme ruhsal gerçeklikten, cinsiyet kuramlarından ve imgeselden kaynaklanmaktadır.”


V.

Şimdi, kendi serüveninin kapısını aralayan Joseph K.’nın karşılaştığı dirençler üzerinde yoğunlaşabiliriz: Romanda gerek mahkemeyle ilgili unsurların, gerekse hukuksal terimlerin ayrıntılı bir şekilde tanımlanması yoluna gidilmiştir. Yazar, adeta, tıpkı Bay D.’nin rüyasındaki gibi “mesleki konuşmalar” gerçekleştirmekte, okuyucu ise yoğun bir sıkıntı ve kasvet duygusuna sürüklenmektedir. Bu durumun entellektüalizasyonla ilişkili olduğu , bunun ise önemli bir direnç işlevi gördüğü düşünülebilir.

Greenson, dirençlerin, fiksasyon noktaları dikkate alınarak da sınıflandırılabileceğinden söz eder. Bu açıdan bakıldığında, Joseph K.’nın hak isteyen, adalet arayan, inatçı bir kişiliği vardır. Mahkemeye meydan okuması, bilgi vermeyen (tutan) bir tutum içine girmesi, iki adamla ilişkisinde belirginleşen sadomazoşizm gibi özellikler direncinin anal bir nitelik taşıdığını göstermektedir. İleride inceleneceği gibi, K.’nın ensestiyöz davranışlara yönelmesi ve romanın sonunda belirginleşen kastrasyon anksiyetesi ise fallik bir direnç geliştirdiğini düşündürmektedir.

Freud’un belirlediği direnç tipleri özetlenirken, süperego direncinin, hastanın suçluluk duygusundan ve cezalandırılma ihtiyacından köken aldığı vurgulanmıştı. “Dava” da suç ve ceza temaları üzerine kurulmuş gibidir. Nesne ilişkileri kuramcılarına göre süperego direnci içselleştirilmiş eleştirel, hatta zalim bir figürle etkileşim bağlamında görülür. K.’nın fantezisinde mahkeme bireyi ezen, baskı uygulayan, zulmedici bir aygıtken; onu temsil eden kişiler (sorgu yargıcı, avukat, ressam, rahip ve diğer görevliler) ise K. üzerinde zulüm uygulayan , onu köleleştiren figürlerdir.

“Dava”da, mahkemenin K.’nın süperegosunu temsil ettiğini düşünmek de mümkündür. Dışsal olarak cezalandırıcı bir aygıt konumunda olan mahkeme, aslında içsel bir kınayıcı ajanın karşılığı gibidir. Oidipal döneme özgü çatışmalar yeterince çözülmediğinde, süperego oluşumu da tamamlanamamaktadır. Bu tip bir süperego gerilemeye, yeniden dışsallaştırmaya eğilimlidir ve kolayca yer değiştirebilir. Romandaki mahkeme-süperego da K.’nın dışında suçlayıcı bir ajan konumundadır; kapılarla, mekânlarla sembolize edilmiştir. Bilindiği gibi Oidipal karmaşanın çözümü de ebeveyn otoritesinin sembolik olarak öldürülmesini içerir. Babaya yönelik öldürme arzularının sorumluluğunu kabul etmek, oluşan suçluluğu kabullenmek, bireyleşmenin metaforik zemini için gereklidir. Siegel’in aktardığına göre Leowald suçluluğu omuzlama sürecinden kaçınmanın iki yolundan söz etmektedir: Suçluluğun farkındalığının bastırılması ve suçluluğun ceza ile yer değiştirmesi. Cezanın suçluluk hissini uzaklaştıracağı umulur, fakat bu işe yaramaz ve daha çok cezaya gereksinim duyulur. Ceza-kişinin kendisi ya da başkaları tarafından verilmiş olsun- suçluluk hissinin bastırılmasına hizmet eder. K. mahkemeden kaçınıp uzaklaştığı sürece, suçluluğu aramaz. Bu durumda mahkemenin onun için bir faydası yoktur. Nitekim K. Katedral’den çıkıp giderken rahip ona şöyle seslenir: “Mahkeme senden bir şey istemez. Mahkeme sen geldiğinde senin vereceğini alır, sen giderken de gitmene izin verir...”

“Dava”da suç, suçluluk duyguları ve ceza üzerine bir yoğunlaşma fark edilmekle birlikte, diğer önemli bir tema ise utançtır. Sandler ve arkadaşlarına göre narsisistik tipte direnci olan hastalar kendilerinin çocuksu görünümlerine tahammül etmekte güçlük çekerler, çünkü bu görünümleri çok utanç verici bulurlar. Roman boyunca K.’da narsisistik tipte bir direncin de bulunduğu düşünülebilir. Mahkeme tarafından tutuklandığı andan itibaren K.’nın itibarlı konumunda (işini dürüstçe yapan başarılı bir banka memuru olduğu kanısındadır) ani bir düşüş başlar. K.’nın kendilik saygısı zedelenmiştir, mahkeme tarafından insanlıktan çıkarıldığını, aşağılandığını hisseder. K.’nın ilgisi güce, diğerleri karşısında güçlü hissetmeye yoğunlaşır. Bu bakımdan utanç duygusunun anal dönemle ilgili çatışmaları çağrıştırdığı düşünülebilir. Roman boyunca K.’yı izleyen, ona dik dik bakan gözler, K.’nın utancına yön verir. Bu durum, erken dönemde utanç uyandıran, müdahaleci ve küçük düşürücü davranan bir otorite figürünü akla getirmektedir. K.’nın utancına renk veren diğer önemli bir unsur da içinde bulunduğu Oidipal durumun kendisidir. K.’nın bir yandan enseste yönelik tutumu, diğer yandan mahkeme tarafından yasanın hatırlatılması ve K.’nın temel sahnenin dışına itilmesi, üstelik de cezanın infaz edilecek olması yani kastrasyonun dehşetinin eşlik etmesi de yoğun bir utanç hissetmesine neden olmuştur. Zira K. cezanın infazı sırasında “Bir köpek gibi!” öldürüldüğünü haykırır. Burada köpeğin aşağılanmayı temsil ettiği aşikârdır.

Varılan noktada şöyle bir soru yöneltilebilir: Neden trajik bir son, neden hikâyenin sonunda Joseph K. ölmek zorundadır? Az önce romandaki ölüm sahnesinin, kastrasyonu temsil ettiği vurgulanmıştı. Freud15, ölüm anksiyetesinin aslında kastrasyon anksiyetesinden başka bir şey olmadığına işaret eder. André Green’e göre de kastrasyon, engel olan her şeyi saf dışı ederek hazza ulaşma arzusuna verilen ceza olarak ölümle aynı şeydir. Ayrıca hem ensestin önüne geçer, hem de babanın hayatta kalmasını sağlar, bu da olumlu bir şeydir; çünkü, çocuğun korunması için babanın yaşıyor olması gerekir.

Joseph K.’nın kaçınmasına temel teşkil eden iki temel duygu (suçluluk ve utanç) üzerinde durduk. Bu noktada suçluluk duygusu ve utancın metapsikolojisi üzerine de bir tartışma sürdürmek yerinde olabilir. Piers’e göre suçluluk, saldırgan ve cinsel id itkileri süperego bariyerini ihlâl ettiklerinde ortaya çıkan gerilimdir. Bu durumda tehlike parçalanma ve yok olmadır; başka bir deyişle, cezalandırılma ve kastrasyondur. Utanç ise, ego ile ego ideali arasındaki gerilim sonucunda ortaya çıkar. Ego ideali bir hedefe erişemediğinde utanç belirginleşir. Bu durumdaki tehlike ise terk edilme ve reddedilmedir. Morrison’a16 göre utanç, kendilikle ilişki içinde deneyimlenen bir duygudur. Ona göre utanç, narsisistik libidonun, suçluluk ise nesne libidosunun uğradığı değişiklikler bağlamında değerlendirilmelidir. Gillman17, utanç duygusunun kökeninin anal örgütlenme düzeyiyle ilişkili göründüğünü-bu dönemde rastlanan kontrol kaybı, erken dönemlerde hissedilen utanç deneyimine yol açmaktadır-kabul eder; ancak daha sonra, Oidipal dönemdeki çatışmaların, utanç duygusuna farklı anlamlar kazandırdığını öne sürer. Örneğin Oidipal dönemde, çocukta, sevilebilir olup olmama, kusurlu ya da çirkin olmaya dair bilinçdışı fanteziler gelişebilmekte ve bu fanteziler doğrultusunda utanç duygusu farklı renkler alabilmektedir.

Morrison’a göre suçluluk duyguları kişiyi itiraf etmeye yöneltir, hasta görüşmeye bu yönde materyal getirir ve terapistin affetmesini bekleyebilir. Oysa utanç hislerinin acı verici ve tiksindirici olabilecek doğası gereği, kişi buna ilişkin materyal iletmekten kaçınabilir ve terapist tarafından reddedilme korkusu içinde olabilir. Utanç hislerinin paylaşılmasında ise hastanın beklentisi anlaşılma ve kabul edilmedir.


Kapıyı açarak bir girizgâh yapmıştık, sanıyorum kapıyı kapamanın zamanı geldi artık! Evet, günün birinde o kapı merak edilir ve analizan kendisini neyin beklediğini bilmeden o kapıdan adımını atar. Yavaş yavaş örtüyü kaldırdığında gördüğü manzara, içinde sakladığı “erguvanî yaralar”dan başka bir şey değildir. Kayıp ruhunu kurtarmak için girerken kapıdan, kutsal bilgeliğe erişmiş olarak çıkacak mıdır gerçekten?
--------------------------------------------------------------------------------
1 Baydar O. Erguvan Kapısı. Birinci Baskı.İstanbul: Can Yayınları, 2004

2 Kafka F. Hikâyeler. Yedinci Baskı. Şipal K (çev.) İstanbul: Cem Yayınevi, 2002. s. 82-83.

3 Kafka F. Dava. Sekizinci Baskı. Şipal K (çev.). İstanbul: Cem Yayınevi, 1999.

4 Brod M. Kafka’da İnanç ve Umutsuzluk. Birinci Baskı. Şipal K (çev.). İstanbul: Cem Yayınevi, 1994.

5 Fromm E. Rüyalar, Masallar, Mitoslar. Birinci Baskı. Arıtan A ve Ökten KH (çev.). İstanbul: Arıtan Yayınevi, 1997.

6 Siegel E. Franz Kafka’s The Trial: Guilty or Innocent?. Psychoanal Q 1996; 65: 561-590.

7 Freud S. Düşlerin Yorumu. Birinci Baskı. Kapkın E (çev.). İstanbul: Payel Yayınevi, 1991.

8 Freud S. Ketvurmalar, Belirtiler ve Anksiyete. Psikopatoloji içinde. Birinci Baskı. Kapkın E (çev.). İstanbul: Payel Yayınevi, 1991.

9 Sandler J., Dare C., ve Holder A. The Patient and the Analyst: The Basis of the Psychoanalytic Process. İkinci Baskı. Madison, Connecticut: International Universities Press, 1995

10 Deawald P.A. The Handling of Recistances in Adult Psychoanalysis. Int J Psychoanal 1980; 61:61-69.

11 Greenson R.R. The Technique and Practice of Psychoanalysis. Onuncu Baskı. London: Hogarth Press, 1994.

12 Kafka F. Hikâyeler. Yedinci Baskı. Şipal K (çev.) İstanbul: Cem Yayınevi, 2002. s. 102-105, s. 123-158.

13 Cömert B. Mitoloji ve İkonografi. Birinci Baskı. Ankara: Ayraç Yayınevi, 1999.

14 Green A. Hadım Edilme Kompleksi. Birinci Baskı. Kayaalp L (çev.). İstanbul: Metis Yayınları, 2004.

15 Freud S. Ben ve İd. Haz İlkesinin Ötesine-Ben ve İd içinde. Birinci Baskı. Babaoğlu A (çev.). İstanbul: Metis Yayınları, 2001.

16 Morrison A.P. Shame, Ideal Self and Narcissizm. Essential Papers on Narcissism içinde. Birinci Baskı. New York University

17 Gillman R.D. The Oedipal Organization of Shame. Psychoanal Study Child 1990;45:357-375.

Imago Dergisi, 2. sayı, Güz 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder