7 Ocak 2010 Perşembe

Kafka'da İnanç ve Umutsuzluk... Max Brod


Şu tezi atmak istiyorum ortaya: Kafka yorumları pek sık olarak yanlış yönlere yönelmiş, çünkü yazarın gelişim sürecini göz ardı etmiştir.

Sanat çalışmaları acınacak ölçüde kısa sürmüşse de, Kafka'nın aynı insan olarak kalmadığı, yaşam koşullarının elverişsizliğine karşın, hatta ölümcül hastalığının kabusları ortasında hatırı sayılır bir iç olgunlaşmayı gerçekleştirebildiği pek kolay unutulur. Dinamik yükselişi fark edilmez, büyüyüp gelişen biri gözüyle görülmez de, sıklıkla duruk bir bütün olarak bakılır Kafka'ya.

Üç büyük roman, Kafka yolunun simgesel konaklarıdır. Bu romanlardan ilki, henüz gelişimini tamamlamamış yazarın her bakımdan bir denemesi sayılan "Amerika", baştan çıkarılan bir genci anlatır. Sık sık aslında suçsuz ve edilgen, kendini kötünün cazibesine kaptırır bu genç; ama doğallığı hazırda bekleyen ve dönüp dolaşıp yoluna çıkan çamur ve çirkeflerden onu korur. Amerika'ya göç eden Karl Rossmann doğrusu örnek bir delikanlıdır, karakterindeki temizlik Kafka ruhunun en sevimli yansılarından biridir. Yaratıcılık sarkacı bu alabildiğine aydınlık figüre dokunduktan sonra ters yönde salınımını sürdürmüş ve Kafka, Doğru'yu görmekte şaşmaz bir yetenekle donatılmış bu enerjik delikanlının ardından bin bir kuşku ve miskinliğin kendisini yiyip bitirdiği, bocalamalar içinde yalpalayıp duran Dava kahramanı Josef K'yı yaratmıştır. Amerika'da Kafka ruhunun özellikle aydınlık tarafı dile geliyorsa, Dava sanatçının hemen yalnızca karanlık çizgilerini yansıtır, yani her iki roman da tek yönlü anlatılardır. Bu arada kuşkusuz, K. lehinde ya da Rossmann aleyhinde birtakım gerçeklerin de savaşa sokularak iç yargı organının, yani vicdan gözünün önüne serildiği görülür. Her şeyi hafife alma huyu ve aceleciliğine, kendisinin hoş görmediği bir soğuk kalpliliğe ve kılı kırk yararlığa karşın, K. Dava'da bir vicdan adamı olarak kalır hep. Böyle bir kimlikle kendi kendisini yargılar, hatalarını görüp bunların kefaretini öder. Romanın bitimindeki o tüyler ürpertici idamın bana kalırsa bir intihar olarak yorumlanması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldı mı, Dava kahramanı o sevimsiz havailiğinden hayli kurtarır kendini; çünkü bu havailik, gerçekten büyük duygulara bu yeteneksizliktir ki, Josef K'nın hastalığını oluşturmakta, onu yıkıma sürüklemektedir; iblislere karşı savaşabilecek biri aşamasına ise kuşkusuz yükselemez.

Belki de Kafka üçüncü romanı Şato'yu bunun için yazmış ve kahramanına yeniden özyaşamsal başharf olan K. adını vererek, aynı kişinin söz konusu romanda olgunluk merdiveninin daha üst basamaklarına eriştiğini böyle bir şifre yardımıyla ima etmek istemişti; kuşkusuz ussal bir planlamayla değil, sezgisel yoldan yapmıştı bunu. Amerika romanı bir tez (suçsuz, bozulmamış bir insan), Dava antitez (elinden çıkıp giden suçsuzluğunu miskinlik içinde savunmaya çalışan bozulmuş biri) ise, Kafka'nın son büyük romanı olan Şato bunların adeta bir sentezidir; Kafka'nın yaşamının genel toplamı, onun bir Faust'udur. Şato'daki K, ne Karl Rossmann gibi su katılmamış bir budaladır, ne de Dava'daki Josef K. gibi bir yitiklik içinde sürüklenip gider: tersine, aktif bir yaradılışı olup pek zengin bir yaşam deneyimiyle donatılmıştır, savaşçı bir kişidir...

Kafka yapıtlarının kimi yorumcuları, bana söylenen sözlerle Amerika romanının kahramanı Rossmann ve Dava romanının kahramanı Josef K.'yla ilgili olarak bizzat Kafka'nın açıklamaları ve aynı şekilde tarafımdan yayınlanan günlük notu arasında bir çelişki görmek istiyorlar. Günlük notunda şöyle denmektedir:
"Rossmann ve Josef K.,beriki suçlu, ötekisi suçsuz, sonunda ikisi de aralarında ayrım gözetilmeksizin cezalandırılıp öldürülür. Rossmann'ın üzerinde daha hafif bir el tarafından uygulanır ceza, öldürülmekten çok bir kenara itilir."

Hani ben de hayli zaman burada bir çelişkinin var olduğu görüşünü korudum. Herhalde Kafka bana romanın devamıyla ilgili planından öyle bir zamanda bahsetti ki, henüz roman için uzlaştırıcı bir son düşünüyordu ve dünyevi bakımdan da uzlaştırıcı bir son olacaktı bu, ama demek sonradan tutup planını değiştirdi, diye düşünerek söz konusu çelişkiyi kendi kendime açıklamaya çalıştım. Böyle bir açıklama Kafka'nın çalışma yöntemine de uygun düşmekteydi. Bu yöntem konusunda Kafka sık sık şunları söylemişti bana: "Karanlık bir tünel içerisine yazar gibi yazmak gerekiyor, karanlık içerisine yazar gibi, kişilerin ilerde nasıl gelişeceklerini bilmeden." Ayrıca Kafka, bir sanat yapıtının değerlendirilmesinde şu ölçüye başvurulmasını istemiştir hep: " Gerçek bir sanatçının yapıtlarındaki kişiler giderek kendilerini yazardan bağımsız kılar, yaşama güçlerini kendi içlerinden alır, kendi içlerinden gelen bir güçle devinimlerde bulunur ve kimi zaman bu kişilerin yazgıları yaratıcılarını şaşırtan eğriler çizer."

Ne var ki, Amerika romanıyla yeniden ilgilenmem, ikinci bir olasılığın kapaılarını araladı bana ve öyle görünüyor ki bu olasılık soruna ayrı bir açıklık getiriyor. Daha önce özü edilen iki plan arasında en ufak bir çelişki yoktur. Rossmann gerçekten öldürülmüştür yazar tarafından, romanın son bölümü bir vizyondur ve buradaki olayların zamanı (zaman ve mekanın sözü edilebilirse artık) bir zamansızlık, bir başı ve sonu olmayıştır, ama elbet bu dünyadaki yaşam açısından; yani herkese gerçekten bir yer bulunan, herkesin bir işe yarayabileceği öbür dünya ve kendine özgü bir ara ülkedir burası...
Kafka'nın Amerika'nın sonuyla ilgili plan üzerinde bana söyledikleri bu ışık altında okunursa, "cennet" sözü (bunun yer küresinde belli bir köşe olmadığı ortadadır) ve benim sezgisel olarak kullandığım "bilmecemsi" deyimi öyle bir anlam kazanmaktadır ki, Kafka üslubunun ve bazen yanıltıcı bir karakter taşır gibi görünen özel bildirimlerinin bütün o çift anlamlılığı, o kesinlikten uzak niteliği buradan açıkça görülebilmektedir. Şimdi A merika romanının bu açıdan gördüğümüz sonuyla, bundan hatırı sayılır ölçüde daha kötümser Dava'nın uyumsuz sonunu karşılaştıralım; Dava'da kahraman ölür ve yazar sanki ölen kendisiymiş gibi şöyle söyler: "Bir köpek gibi, dedi, sanki bunun utancının kendisinden sonra da yaşaması gerekiyordu." Oysa böylesine nihilist bir utanç havasından uzak bulunur Amerika; dolayısı ile, nüansları sezecek bir duygudan yoksun değilsek, Kafka'nın aynı zamanda bağrına bastığı kuşku ve inanç arasında ne kadar az bir uzaklığın bulunduğunu yavaş yavaş anlamaya başlarız.

Amerika'da kahramanın suçu, daha doğrusu attığı yanlış adım açık seçik belirlenmiştir. Hatadan çok bir şanssızlıktır bu. Rossmann'ın başına gelen felaketlerin her birinde bir "aslında suçsuzluk", Korkunç ile Komik arasındaki tuhaf yerini titizlikle koruyan ironiyle romanda kendini sezdirir hep. Oysa Josef K., o gizemsel mahkemede ne için cezalandırılır? öyle bir mahkeme ki, en üst kademesi karanlıklar içindedir, yanına varılamaz, hatta pek çok kez akıl erdirilemeyen yersiz davranışlarda bulunur; tıpkı Tevrat'ın "Eyüp" kitabındaki ilkin yanına varılamayıp bir bilmece olarak kalan ve hem Eyüp, hem Eyüp'ün dostlarınca (bunlar için sonunda da değişmez durum) doğru dürüst algılanamayan Tanrı gibidir.

Josef K. sevgi yoksulluğu, sırf dürüst bir kimse oluşu ve soğukkalpliliği yüzünden cezalandırılır, bana kalırsa kendi kendini cezalandırır, kendini hoş görmeyerek sigaya çeker. İkide bir öylesine küçümseyerek baktığı, ama aslında yine de kabullendiği gizemsel mahkeme kendi vicdanıdır; bu vicdan önünde yaşamından, yeryüzündeki yaşamının havailiğinden, uyuşukluğu ve umursamazlığından memnunsuzluk duymaz. İlkin arka planda kalıp sonra kendini açık seçik belli eden bu hoşnutsuzlukta ceza ve yargı, beri yandan kefaret, yani Dava romanının katharsis'i saklı bulunur. Josef K. sevmez kimseyi, yalnızca sevgicilik oynar, onun için de ölmesi gerekir. İşinin ve gündelik yaşamının gereği bir arada bulunduğu kimselerle arası açıktır, olsa olsa gölge kişiler gözüyle bakar, umursamaz bunları, hatta şiddetle arzuladığı Froylayn Bürstner bile onun için bu gölge kişilikten kurtulamaz, ancak bir seks objesi olarak onu ilgilendirir. Froylayn Brüstner'e karşı duyulan yakınlığın da romanda yer yer çakıp parladığı görülen, ama aforozlanmışlık ve hayaletimsilik ülkesini bütünüyle terkedip insaniliğin ışığına asla kavuşamayan o bir dizi şehvet dolu arzulardan pek farkı yoktur. Hatta annesine karşı bile ancak soğuk bir ilişkiyi sürdürür Josef K., uzakta yaşayan annesine para yollayarak yardımda bulunur, ona bakar, ama sadece yılda bir kez, sadece doğum gününde görmeye gider kendisini. Çoklarının gözden kaçmışa benzeyen pek önemli, ne yazık ki fragman olarak kalmış bir bölüm, Josef K.'nın bu doğum gününü, yani anne kalbiyle arasındaki son bağı da unuttuğunu gösterir. Böylece Josef K., bir başına ve soğuk, yaşar; ama bu arada doğru olanı, yakışık alanı yaptığına da inanır düpedüz. İşte bu da onun ikinci hatasıdır: Kendini haklı görme. Yani soğuk kalp ve kendini haklı görme; ikisi birden ağı örer ve Josef K.'da yakalanır bu ağa. Dava ve romanın hemen başındaki simgesel tutuklama doğrusu ağı germemiş, tersine kara bulutları dağıtan bir şimşek gibi onu parçalamıştır. Bu durumda, gündelik yaşayışından, "acelenin yarı uykusundan" aslında uyanması gerekirdi K.'nın. Gel gelelim Josef K. ilkin suçluluğunu kabule yanaşmaz; herkesi, her şeyi suçlamaya bakar. Mahkemeyi, aleyhindeki koğuşturma ve soruşturmayı, üst yargıçları ve yürütme organlarını suçlu, yalnızca kendini suçsuz bilir. Dört bir yanda kusurlar, gülünçlükler, hatta pislikler saptar, yalnız kendisinde görmez bunları. Ancak ağır ağır ve giderek, ne kötü ruhlu bir yaratık olduğunu kavramaya başlar. Dava arınıp paklanması, gözünün açılması, kendi gerçeğini öğrenmesi olur aynı zamanda. Geriye dönüş için vakit çok geçtir, ama yine de romanın bitim monologunda ima yollu söz açılır nedametten, romanın orasına burasına serpiştirilmiş tek tük cümlelerde buna değinilir, örneğin suçluların koğuşturma ve soruşturma sırasında giderek güzelleştiklerini açıklayan o alabildiğine duygulandırıcı sözlerde bu nedametten dem vurulur, besbelli suçlunun arınması ve tövbedir anlatılmak istenen. Strindberg, Tolstoy ya da Rilke gibi, ilkelerini koyu ve kaba çizgilerle belirtip ısrarla okuyucuların dikkatine sunmaz Kafka. Kendini bir çekingenlikle saklar, pek kolay incinen bir duygu adamıdır, ele geçirilmeyi bekler hep; nasıl ki Kierkegaard yalnız olduğu, kendisini izleyecek kimse bulunmadığı kanısıyla yaşamışsa, Kafka da öğrenci yetiştirmeyi düşünmemiştir. Bu tutum, ince bir gerçek sevgisi ve gururla dolu olmasına karşın kimi bakımdan insancıl görünmeyebilir. Ne var ki hem Kafka, hem de Kierkagaard'ın ruhunda buna karşıt eğilimler de yer almış, her ikisi de o katı sınırları yumuşatan öğretici ve eğitici bir yeteneğin özelliklerini kendilerinde barındırmıştır. Ama her şeye karşın (burada yargılamak değil, karakteristik olanı saptamaktır amacımız) Kafka'da romanın orasına burasına sanki rasgele serpiştirilmiş bir sözden, arınmaya işaret eden bir kelimeden, İyi'nin bir imasından fazla bir şey görülmez; hele Dava'da, güneş tutulmasındaki karanlığa tıpatıp benzeyen bu yapıtta. Ama yine de böylesi sözcük ve imalar Dava'da da vardır ve kulakları hassas kişiler işitebilir bunları.